BİLGİ FELSEFESİ(EPİSTEMOLOJİ)
A)Bilgi Felsefesinin Konusu :
-Bilgi sorunu,özel bir felsefe disiplinin konusu olmadan öncede filozofları meşgul etmiştir.
Bilgi felsefesi ilk kez yeniçağda ayrı bir disipline dönüşmüşsede antikçağdan günümüze kadar düşünürlerin temel ilgi alanı olmuştur.
-Bilgi felsefesini,John Locke’un “İnsan Zihni Üzerine Bir İnceleme” adlı yapıtıyla kurduğu kabul edilir.
-Epistemoloji,bilginin kaynağını,bilginin sınırlarını,bilginin değerini sorgulayan felsefe alt dalıdır.
-Bilgi felsefesinde genelde şu tür sorular sorulur: “Neyi bilebiliriz?Biz nesneleri oldukları gibi mi yoksa bize göründükleri gibi mi biliyoruz?Hiçbir şey bilemeyeceğimizi savunan nihilstler haklı mıdır?Haklı değillerse,bilgi konusunda hangi kesinlik derecesine ulaşabiliriz?
Bir önermeyi doğru yapan ölçüt nedir?Doğruluk önermelerle mi sınırlıdır?gibi.
-Bigi felsefesi,yeniçağda fizik ile birlikte gelişmiştir.Yeniçağın fiziğine ise deneysel açıdan,
F.Bacon,D.Hume,J.Locke,J.S.Mill gibi empiristler(deneyciler),teorik yönden de René
Descartes,Leibniz gibi rasyonalistler(akılcılar-matematikçiler)yol göstermiştir.
-19.yüzyılda biyolojinin ve sosyal bilimlerin gelişmesi bilgi felsefesinin de gelişmesinde etkili olmuştur;Ancak bilgi felsefesiyle uğraşan biri sadece bilimsel bilgileri kendine ölçü olmaz,diğer bilgi türlerinin bilgilerinden de yararlanır.
B)Bilgi Felsefesinin Temel Kavramları:
- Gerçeklik:Söylenen sözün konusu olan şeydir ve insan zihninden bağımsız olarak dış
dünyada kendiliğinden bulunur.Örneğin;yağmurun yağması,güneşin açması gibi.
Var olan her şey bilgi konusu olmadığı gibi,bilgi konusu olan her şeyin de gerçekliği var değildir.Bunun için “ var olma” ile “ gerçek olma” arasında bir ayrım yapılması gerek-
mektedir.Örneğin;Türk Mitolojisindeki “Tepegöz” vardır,ama “Tepegöz” gerçek değildir.
Onun var olması yalnızca zihinsel,kavramsal bir var olmadır,gerçek bir var olma değildir.
Buna göre,bilginin yalnızca duyularımızla ulaşabildiğimiz nesneler hakkında değil,özgürlük
Gibi,değer gibi,üçgen gibi,soyut ve zihinsel varlıklar hakkında da olabileceğini söyleyebiliriz.
-Doğruluk :Bilgi felsefesinin en önemli sorunlarından biri,kuşkusuz doğruluk sorunudur.
Antikçağ’dan beri doğruluğun ne olduğuna ilişkin sorular sorulmuştur.Örneğin;Platon,
yanlışın,nesnelerin yanlış sembollerle karşılanmasından ileri geldiğini savunmuştur.Söz olmayanı olmuş gibi gösterirse yanlış ortaya çıkar.Özetle,insan düşüncesinde olan ve dilde varlık bulan bir yargının gerçeği olduğu gibi yansıtıp yansıtmadığı ile ilgili bir kavramdır.
Örneğin;dış dünyada yağmur yağıyorsa ve biz; “dışarıda yağmur yağıyor!” diyorsak bu yargı doğrudur.Kısaca doğruluk önermenin kendisiyle,gerçeklik ise önermenin konusu
olan şeyle ilgilidir.
-Temellendirme:Bir düşüncenin,bir yargının,bir önermenin doğruluğunu gösterme,bu doğruluğun dayanaklarını,gerekçelerini ortaya koymadır.Temellendirme daha çok felsefe matematik ve mantığın başvurduğu bir yoldur.Felsefede önermelerin yargıların deney ve gözlem yoluyla doğrulanması ya da yanlışlanması söz konusu olmadığından,gerekçe ve dayanak göstererek temellendirme yoluna gidilir.Doğrulam ise daha çok doğa bilimlerinde kullanılan bir yoldur.
C)Bilgi Felsefesinin Temel Soruları:
1)Bilginin Olanağı İle İlgili Sorular:
-Bilgi felsefesinin ilk sorusu “ bilginin mümkün olup olmadığı” ile ilgili sorudur.
-Genel-geçer(doğru)bilgi var mıdır?
-İnsan varlığın kesin ve hakiki bilgisine ulaşabilir mi?
-Doğru bilginin ölçütü nedir?Bilgilerimiz gerçekliği tam ve doğru yansıtıyor mu?
-İnsan bilgisinin sınırı nedir?
2)Bilginin Kaynağı İle İlgili Sorular:
-Bilginin kaynağı nedir?
-Obje,suje ilişkisi hangi bağ ya da bağlarla kurulur?
-Bilginin elde edilmesinde öncelikli olarak zihin mi yoksa duyular mı etkili olmaktadır?
D)Bilginin Olanağı Problemi:
-Doğru Biginin Olanaksızlığını Savunanlar:
-İlkçağ doğa filozofları evreni anlamak için çeşitli sorular sormuşlar ve bu sorulara yöntemsiz,sistemsiz bir deneycilikle cevap vermişlerdir.Bir soruya farklı cevapların verilmesi,
Filozofların herhangi bir konu üzerinde fikir birliğine varamamış olmaları,bilginin her çeşidinden şüphe eden bir grup filozofun ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
-Doğru bilginin varlığından şüphe eden ilk düşünürler “Sofistler” dir.Sofistler,bilginin
Varlığını inkar etmemişler;ancak doğru,genel-geçer(herkes tarafından aynı şekilde nitelendirilen)bir bilginin varlığını yadsımışlardır.
-M.Ö.5. yüzyıl’da Yunanistan’da demokrasinin ortaya çıkmasıyla,aristokrat aileler siyasi yapıda yer alabilmek için hitabet sanatını öğrenmek istiyorlardı.Çünkü Yunanistan’daki site devletleri içinde yaşayanlar farklı etnik köken ve kültürden oluşuyordu.Farklı düşünüş ve inanışa sahip bu etnik grupları birarada tutmak onları etkileyebilmek için güçlü bir söz
söyleme sanatına ihtiyaç duyuluyordu.Sofistler kent kent gezerek,para karşılığında,bu ihtiyacı gideriyorlardı.Bu nedenle tarihte adları gezici öğretmen olarak geçmektedir.bu geziler sırasında gittikleri yerlerde insanların farklı bilgileri doğru olarak kabul ettiklerini görüyorlardı.Bu deneyimlerden şu sonuca vardılar: “Doğru,toplumdan topluma,kişiden kişiye değişen bir kavramdır.”
-En ünlü “sofist” olan Protagoras’a göre “İnsan her şeyin ölçüsüdür.”Hava üşüyen için soğuktur,üşümeyen içinse soğuk değildir.Yani doğrunun,yanlışın,iyinin,kötünün,güzelin,
Çirkinin ölçüsü insandır.
-Sofist Gorgias, “protogoras”ın “ görecelilik” anlayışını “ nihilizm”e kadar götürmüştür.Bu sebepten felsefe tarihindeki ilk nihilist(hiççilik akımı)sofist gorgias’tır.
Gorgias’a göre hiçbir şey yoktur,olsaydı da bilemezdik,bilseydikte bir başkasına anlatamazdık.
-Sofizmdeki şühpeciliğin sistemli hale gelmesi ile “septisizm” doğmuştur.Septisizm,bir bilginin doğruluğunun veya yanlışlığının bilinemeyeceğini,bu nedenle yargıda bulunmaktan kaçınılması gerektiğini savunan düşünce akımıdır.
-En ünlü temsilcileri,Pyrrhon,Timon,Arkesilaos,Karneades’tir.
-Pyrrhon’a göre insanlar bilgiler duyumlar aracılığıyla ulaşırlar.Duymlar ise kişiden kişiye değişirler.Bu nedenden dolayı bir şeye doğrdudur ya da yanlıştır diyemeyiz.Herhangi bir durumda yargıdan kaçınmak bizi mutlulağa götürecektir.Çünkü herhangi bir durumda
Hüküm vermekten kaçınmak insanı erdemli yapacaktır.Erdem ise mutluluğun yoludur.Bu açıklamalardan dolayı septik filozofların kendilerine bir ahlak öğretisi(yaşama felsefesi)
geliştrdiklerini çıkarabiliriz.
-Doğru bilginin olanaklı olduğunu savunanlar :
D)Bilginin Kaynağı Problemi :
-Rasyonalizm :
-Doğru,genel geçer bir bilgiye ancak akıl yoluyla ulaşabileceğimizi savunan felsefedir.
-Rasyonalistler deneyden gelmeyen,deney öncesi(a priori)bilginin varlığına inanırlar.
-Bilgilerin insan zihninde doğuştan bulunduğunu savunurlar.İlkçağ rasyonalistlerinden sokrates ve platon bilgilerin insan zihninde doğuştan bulunduğunu savunmasına rağmen;
diğer rasyonalistler doğuştan belli akıl ilkeleriyle donatılmış olan insanoğlunun bu akıl ilkeleri sayesinde bilgiyi ürettiğini savunmuşlardır.
-İlkçağda,sokrates,platon,aristo;Ortaçağda,farabi;Yeniçağda,descartes,leibniz,hegel temsilcileri olmuşlardır.
SOKRATES :O’nun için önemli olan insan zihninde bulunan(doğuştan gelen)bilgileri açığa çıkarmaktır.Bu nasıl yapılacaktır?Filozofun görevi aynı ebenin çocuğu doğurtması gibi insan
zihnindeki bilgileri doğurtmak,açığa çıkarmaktır.Bu savını kanıtlamak için hiç geometri bilmeyen bir çobana soru-cevap tekniğini uygulayarak bu problemi çözdürmüştür.Soru-cevap tekniği üç aşamalıdır :
a)Soru sorma
b)İroni(alay etme)
c)Mayiotik(Doğurtma)
Sokrates bu tekniği uygularken yeni bir bilgi vermez karşısındakine,sadece soruları yerinde sorarak kişiyi belli bir cevaba yönlendirir.Böylece karşısındaki kişi,aslında sahip olmadığına inandığı bilgilere sahip olduğunu görür.Sokrates hiç kimsenin bilerek kötülük yapmayacağı-nı,kötülüğün bilgisizlikten kaynaklandığını,bilgilenmenin insanı erdemli yapacağını savunur.
Sokrates’in öğretisi temelde bir ahlak öğretsidir.O ahlaklı olmayı bilgili olmakla eşdeğerde
görmektedir.Bu sebepten dolayı onun felsefesinde aynı sofistler ya da septiklerde olduğu gibi
“bilgi” ve “ahlak” aynı anda işlenmiştir.Dönüp dolaşıp ahlak bilgiye,bilgi de ahlaka bağlanmıştır.Kısacası sokrates hem bilginin olanağından bahsediyor hem de doğru bir bilgiye ulaşabileceğimizi söylüyor.
PLATON :Sokrates’in öğrencisidir.O’na göre iki ayrı evren vardır.Biri içinde yaşadığımız
duylarla kavranan “ maddeler evreni”, diğeri akıl ve düşünce ile kavranan “ idealar” evreni.
İdealar evreni(dünyası) duyular yoluyla kavranan maddeler evreninin aslının bulunduğu tek gerçek evrendir.Bu nedenle duyu organlarıyla algıladığımız ve içinde bulunduğumuz dünya
idealar dünyasının birer kopyası,yansımasıdır.Örneğin dış dünyadaki bir kedi,kedi ideasının
(düşüncesinin)yansımasıdır.Gerçek bilgiye ancak ideanın(düşünsel olanın)bilgisine varmak
yoluyla erişebiliriz.Burada anlatılmak istenen şey kavramın özünü,etimolojik kökünü bilmektir,kelimelerin,kavramların,sıfatların,fiillerin,sembollerin köklerine inebildik mi eşyayı da tanımlayabiliriz denmektedir.Çünkü kavramın bilgisi genelin bilgisidir.
Platon,iki ayrı dünya kurgularken “ruhun” da idealar dünyasından geldiğini ve Yansımalar-görüngüler dünyasındaki varlıkların aslını idealar dünyasında zaten daha önce gördüğünü,
bu nedenle bilgiye ulaşmanın bir hatırlama olduğunu savunur.Ruh bedene girince ve idealar dünyasından yansımalar dünyasına atılınca herşeyi unutur.Yansımaları gerçek sanır.Böyle
bir insan yaşantısının en ideal yaşantı,değerlerinin mutlak şaşmaz doğrular-hakikatlar olduğuna inanır(bilmez ki milyonlarca aynı var kendisinden;aynı şeyler için umutlanan,aynı müziği dinleyen,aynı beklentiler içinde olan,aynı cümleleri kuran/kuramayan,aynı şeyleri savunan ve bunu düşünce sanan,aslında hiç düşünmemiş olduğunu bilmeyen ve düşünme tecrübesi yaşamadığının bile farkında olmayan,buna rağmen kendini biricik değermiş gibi algılayan,bu nedenden dolayı burnu havada olan,kendisinin görüşlerinden başka bir hakikatın olabileceğini idrak edemeyen...)Böyle birini hakikate götürecek olan tabiki kuşkudur,kuşku sonucu ortaya çıkan sorgulama sürecidir.İşte bu sorgulama sürecine giren bir insan ilk olarak o güne kadar savunduğu ya da düşündüğü şeylerin temelsiz,kulaktan dolma,eksik yarım bilgiler olduğunun farkına varır.Bunusağlayacak olan felsefedir.
ARİSTOTELES :O’da bilginin var olduğunu savunur ve iki tür bilgiden söz eder :
a)Duyular yoluyla yaşayarak kazandığımız bilgiler
b)Aklın bilgisi;Aklın bilgisi anlık veya geçici bir bilgi olmayıp(genelin)tümelin bilgisini verir.
Doğru bilgiye ancak “Tümdengelim” yöntemiyle ulaşılabileceğini savunur.Yani hakikatin bilgisinin dış dünyanın gözlemlenmesinden çok akılla(matematik-mantık)bilinebileceğini savunur.İşte bu nedenle yukarıda yazan şeylerle Aristo’nun söylediği şeyler aynı anlama gelmektedir.Aristo,Platon’un öğrencisidir;O’da hocası gibi rasyonalisttir;ancak Aristo iki ayrı dünyanın varlığına inanmaz.O’da hocası gibi varlığın tümel(bütün)olduğunu düşünür;
Ancak O’nun için felsefenin amacı tümelin değil,(genel olanın-ideanın bilgisini edinmek
değil) tekilin bilgisine ulaşmaktır.Bu nedenle Platon’un iki ayrı dünyası arasında bağ kurmaya çalışır.Aristo’ya göre Tümel,başka bir ifade ile idea,tek tek nesnelerin içindedir,
nesnelerin kavramsal özüdür.Bundan dolayı yapılması gereken,tekil ile onun içinde bulunan
tümel arasında bir bağlantı kurmak,tekili tümelden sonuç olarak çıkarmak gerekmektedir.
O’na göre her varlık varlık olmakla kendi özünü içinde taşır.Her oluş,bir maddenin form kazanmasıdır.Oluşta dört ana neden vardır :
-Maddi neden
-Formel neden
-Ereksel(amaçsal) neden
-Hareket ettiren neden
Var olan biçim kazanmış olan maddedir.Madde ile form arasındaki ilişki rölatiftir.Örneğin tuğla toprak için form,ama ev için maddedir.Her var oluşun amacı salt form’a(biçime-Tanrıya)ulaşmaktır.
FARABİ :İslam felsefesinin kurucusudur.Aristo’dan etkilenmiştir.Farabi gerçek ve zorunlu tek varlık olarak ALLAH’ı gösterir.Herşeyi yaratan O’dur.İnsan aklı bazı bilgileri doğuştan getirir.Bu bilgiler sayesinde insan hem kendini hem de ALLAH’ı bilebilir.Farabi’ye göre bilginin üç kaynağı vardır:(Duyular,Akıl,Nazar)Duyular sayesinde dış dünyanın bilgisine
Sahip oluruz;ancak bu bilgiler bize kesin doğruları vermez.Duyular yoluyla kazanılan bilgiler tek tek akıl yoluyla şekillendirilir.
RENE DESCARTES :Modern felsefenin ve analitik geometrinin kurucusudur.Descartes’in amacı matematiği felsefenin metodu yapmaktı.Her türlü bilginin duyumlar aracılığıyla ve gelenek yoluyla(eğitim)geldiğini bildiğinden bu bilgilerin yanıltıcı olacağını düşünmüş ve her türlü bilgiden şüphe ederek işe başlamıştır.O’nun aradığı matematik kesinlik derecesinde sağlam bir bilginin varlığına ulaşmaktı.Bu sağlam bilgiye ulaşmak için herşeyden şühpe etmeye başladı.O şüpheyi yöntem olarak kullanıyordu.Sağlam bir bilgiye ulaşınca şüphe etmekten vazgeçecekti.Bir ara kendinden bile şühpe etmeye başlamıştı.Ancak bir şeyden şüphe edemeyeceğini kavradı : “Şüphe ettiğini.” “ Şüphe ediyorsam düşünüyorum.”dedi.
Ardından; “düşünüyorsam varım.” “Ben varsam beynimdekiler de var.”şeklinde bir çıkarıma ulaştı.Descartes bu yolla varlığı kendisinden yola çıkarak kurduğundan rasyonalisttir.Rene Descartes aynı yöntem ile dış dünyanın ve ALLAH’’ın varlığını temellendirme yoluna gider.
“Tanrı kavramı bana duyumlarımla geçmiş olamaz.”der. “Çünkü mükemmel olmayan bir varlık olan insan,mükemmel bir varlık olan ALLAH’ın bilgisine kendiliğinden sahip olamaz.”
demektedir. “Öyleyse ALLAH gerçekten var olduğu için benim zihnimde ALLAH kavramı vardır.”der...
FREDERİC HEGEL :19.Yüzyılın idealist (Var olan her şeyi düşüncete bağlayan,düşünce dışında nesnel gerçekliği inkar eden felsefi öğretidir.İlk temsilcisi Platon’dur.)filozofların-
dandır. Gerçeklik de zihinden bağımsız bir özellik göstermez.Buna göre gerçeklik bütünüyle psişik-tinsel,zihinsel özellik gösterir.Rasyonalizmi doruk noktasına Hegel getirmiştir.
Onun için Hegel,gerçeğe kurgulama yoluyla(AKIL),başka bir ifadeyle deneye başvurmadan
düşünmeyle ulaşmaya çalışır.Özne ile nesnenin aklın farklı iki görünümü olduğunu savunur. İşte bu nedenle yani nesnenin kendisi de rasyonel olduğundan düşünsel olarak bilinebilir.
Felsefi düşünme,herhangi bir şey üzerinde düşünme değil,kavramlar sistemini kuran ve geliştiren bir düşünme etkinliğidir.Bunun için en tümel kavram olan varlık kavramından başlayarak tüm kavramlarımızı diyalektik yoluyla birbirinden türetir.Böylece hem oluş süreci,
hem de bilme süreci diyalektik ilkeyle ilerleyen bir mantıksal süreç haline gelir.Kısacası düşünmek demek bilgisine ulaşmak istediğimiz varlığın özünü kavramaya çalışmak demektir.
Mantığa,mantık içinde de çelişmezlik ilkesine önem verir.Kuramının temelini mantığın
özel bir biçimi olan “Diyalektik”oluşturur.Çelişmezlik ilke-sine göre evrenin temelinde değişme ve çelişme vardır.Her varlık ve düşünce karşıtların birlikteliğinden meydana gelir.
“TEZ”,kendi karşıtını da “ANTİTEZ” beraberinde getirir.